MORA YARIMADASI

Atina’dan sonraki durağımız Mora Yarımadası. Doğrusu bu turu planlamadan önce Mora Yarımadası nerde diye sorsalardı haritada yerini gösteremezdim herhalde, artık biliyorum:) Bir süredir navigasyondan ücretli yolları çıkardık, bazen bizi saçma sapan yerlere soksa da genelde rotamız üzerinde güzel yerler oluyor. Nea Makri’den ayrıldıktan biraz sonra Maraton gölünden geçiyoruz. Yapısı itibariyle bir baraj gölünü andıran bu gölden geçmek için sadece tek aracın sığabildiği bir köprüden geçmek gerekiyor, neyse ki köprünün her iki ucuna trafik lambası koymuşlar. Işığın bizim için yeşile dönmesini beklerken gölün huzurlu manzarasını seyretme fırsatımız oluyor.

Yolumuzun üstünde beni çok şaşırtan bir başka köprü ise Yunan anakarası ile Mora Yarımadasını birleştiren Isthmus köprüsü. Bu köprü Corinth körfezi ile Saronic körfezini birleştiren Corinth kanalının üstünde yer alıyor, öyle yüksek ki bakarken insanın yüreği hopluyor. Bu kanal normalde ada olan Mora’yı 1893 senesinde teknik olarak yarımada yapmış. Gerçekten büyüleyici ve bir o kadar yarayışlı bir kanal olmuş, bu kanal olmasaydı denizden epey bir mesafe yol almak gerekecekti. Kanalın yapımı ile ilgili enteresan hikayeler var, merak edenler bulup okusunlar:)

Köprünün üstü bu eşsiz manzaranın fotoğrafını çekenlerle dolu, cesaretiniz varsa bungee jumping yapma fırsatı da var:))

Bu köprüden geçtikten sonra artık Mora Yarımadası’ndayız. Burada Yunanistan’ın genelinde çokça gördüğümüz zeytin ağaçlarını daha da çok görmeye başlıyoruz. Yollar geniş ve düzgün, hızlı sezon olmasına rağmen trafik rahat. Ara ara balık çiftlikleri gözümüze çarpıyor. Bu adada ilk durağımız Epidavros bölgesi. Bu bölge arkeolojik alanların çokça olduğu bir bölge, sıcak havaya rağmen bir kısmını gezmeyi başardık. Bu bölgede yer alan Epidavros tiyatrosu önemli, günümüzde de büyük bir tiyatro festivaline ev sahipliği yapıyor. Küçük bir limanı ve sakin tavernaları var. Adadaki zeytin ağacı bolluğuna burada birde portakal ağaçları ekleniyor. Yeşille mavinin dans etmesi diye buna diyor olmalılar. Küçük Epidavros tiyatrosunu ararken kaybolup, dağ başında minik bir kilise görüyoruz. Annelerimizin çeyimize koyduğu ama burun kıvırdığımız danteller nasıl da özenle süslüyor her yeri. Epidavros bölgesi genel olarak sakin bir bölge, çok sayıda arkeolojik alan var ama adanın daha güzel yerlerini görünce keşke burada konaklamasaydık diye iç geçirdik. Üstelik internet sitesinden görüp beğendiğimiz kamping ne yazık ki bizi hayal kırıklığına uğrattı.

Epidavros’a oldukça yakın mesafede yer alan Nafplion çok daha güzel bir yer, zaten burayı görünce niye burada kalmadık diye pişman olduk. Güzel ve hareketli bir merkezi, renkli-küçük bir çarşısı olan bir liman kenti. Tepesindeki Palamidi kalesi ve limanın karşısındaki Bourtzi kalesi oldukça güzel.

Adadaki bir sonraki konaklama durağımız Githio bölgesi, buraya giderken yollar epey virajlı. Burası da bir liman kenti, deniz kenarında pek çok tavernası var. Biz şehir merkezine oldukça yakın olan bir kampinge kaldık ancak burası da bizi hayal kırıklığına uğrattı.

Buraya yaklaşık 70 km mesafedeki Monemvasias merak ettiğimiz noktalardan biri. Bu güzel yere ulaşmak için bir süre virajlı, dar dağ yollarından gitmeyi göze almanız gerekiyor ama gerçekten merakımızı ve çabamızı hak edecek kadar güzel ve etkileyici. Burası eski çağlarda düşman saldırılarından korunmak için tasarlanmış bir kale şehir. Manası tek girişli demekmiş. Gerçekten şehrin küçük bir girişi var, buraya araç girişi yasak zaten girince anlayacaksınız ki araç geçecek bir yol yok, daracık, inişli-çıkışlı yollar adeta labirent gibi. Dolayısıyla aracınızı yer bulursanız yola, bulamazsanız köprüden önce bir yere park etmeniz gerekecek. Biz arabamızı köprüden önce deniz kenarına park edip, köprüden yürüyerek geçtik.

Buraya giriş ücretsiz, kesinlikle görülmesini tavsiye edeceğim bir yer, pek çok yeme-içme mekanı, hediyelik eşya dükkanı ve tarihi dokusu bozulmamış butik otelleri var.

Üstelik bu harika şehri dolaşıp yorulduktan sonra geri dönüş yolunda kayalıklarda suya girip serinleyebilirsiniz, burada ücretsiz kullanabileceğiniz duş da var.

Monemvasias’ı bayılarak gezdikten sonra rotamız Elafonisos adası. Bu adaya geçmek için Punta Limanından feribota binmeniz gerekiyor. Biz yüksek sezonda olduğumuz için çok ciddi bir kuyruk vardı, nasıl olsa adada toplu taşıma vardır diyerek aracımızı bırakıp yaya olarak geçtik. Feribota araç alımı geri geri yapılıyor çünkü tek kapısı var, çıkarma gemisi gibi bir şey, mesafe çok kısa, yolculuk kısa sürüyor. Biz kişi başı 1 Euroya yolculuk ettik, aracınızla geçmek isterseniz araç bileti 12 Euro. Adaya ayak bastıktan sonra kısa bir tur yapıyoruz, burası gerçek bir Yunan kıyı köyü havasında.

Adada toplu ulaşım yok, zaten adanın toplam yüzölçümü 19 kilometrekare, gitmek istediğiniz yere ya taksiyle ya da limandaki küçük kilisenin önünden kalkan botlarla gidebilirsiniz. Meşhur Simos plajına gitmek için biz taksi kullandık, 7 Euroya anlaştık ve dönüş için sözleştik, bizi anlaştığımız saatte aynı ücrete limana geri getirdi. Simos plajı gerçekten çok güzel, plajda şezlong ve şemsiye kiralıyorlar, aynı zamanda içecek ve minik atıştırmalık veren büfe var ama elbette kendi şezlongunuzu da götürebilirsiniz. Deniz gerçekten çok güzel, su cam gibi. Plaja ulaşmak için yürüdüğünüz yol mis gibi kekik kokuyor. Keşke burada kalsaydık diye bir kez daha iç geçiriyoruz:( Bizim bu ada için ayırdığımız süre kısıtlıydı, bu yüzden diğer güzel koylarını görme, kıyıdaki güzel tavernalarda oturup keyif yapma fırsatımız olmadı, eğer buraya gitmeyi düşünürseniz 1 tam günü buraya ayırmanızı tavsiye ederim.

Mora Yarımadası’nda kaldığımız her iki kampingten de memnun kalmadık. Bundan sonraki durağımız ismine bulmacalardaki iri sofralık zeytin sorusundan aşina olduğumuz Kalamata. Kalamata’ya doğru yol alırken uğradığımız noktalardan biri Areopoli. Burası bir köy, yarım saatte gezilecek kadar küçük, biraz yürüyüş yaptıktan sonra Limeni’ye gidiyoruz.

Areopoli
Areopoli

Limeni çok güzel ve bir o kadar minik bir köy, denizi güzel, evleri güzel, adeta kartpostal gibi. Bu minicik yerde o kadar çok insan var ki, kendinize 1 havluluk yer bulursanız şanslısınız:)

Limeni

Burada manzaranın seyrine doyup, harika denizinde serinledikten sonra Kalamata’ya doğru devam ediyoruz. Doğrusu niyetimizde Kalamata’da konaklamak vardı ancak arabayla yaptığımız turda bize pek cazip gelmedi, Kalamata büyük bir liman kenti, yapılaşma diğer yerlerde gördüğümüzden daha fazla, şimdiye kadar adada seçtiğimiz kamp alanları ile ilgili hayal kırıklığımızı da göz önüne alınca gidebildiğimiz yere kadar gitme kararı alıyoruz.

Mora Yarımadası ile ilgili ufak notlar:

  • Yolların çoğu geniş ama bazı yerlere giderken bir tarafı uçurum, virajlı ve dar yollardan geçmek gerekiyor, yola çıkmadan önce alternatif rotalara göz atmakta fayda var.
  • Adada zeytin, portakal ve çam ağaçları adeta dans ediyor, o kadar çoklar ki, müthiş.
  • Bir de dev kaktüsler var, bu kaktüslerin meyvesi yeniyor, elinize iğnelerini batırmadan dalından koparmayı ve soymayı başarırsanız, çekirdekli ama oldukça lezzetli bir tat sizi bekliyor.
  • Biz ülkemizde yollarda ne yazık ki araba çarpmış kedi yada köpek görürüz burada araba çarpmış çok sayıda tilki gördük ve çok şaşırdık.
  • Zeytin ağacının bu kadar bol olduğu bir ülkede hiç zeytin, zeytinyağı satan dükkan görmedik. Oysa bizim oralarda bir bölge zeytinle uğraşıyorsa 100 çeşit zeytin, zeytinyağı, zeytinden yapılan sabun, kolonya gibi şeyleri satan ve en hakiki-gerçek-öz ürünlerin kendilerinde olduğunu vaad eden sıra sıra dükkanlar olur, buna da şaşırdık.
  • Kampingler anakaradaki kadar iyi değil, iyi araştırıp seçim yapın.           Artık Mora Yarımadası’na veda vakti, Rio-Antirio köprüsünü kullanarak Yunan anakarasına geri dönüyoruz, köprü geçiş ücreti araç+karavan için 20 Euro. Bir sonraki yazıda uyandığımız yerde görüşürüz…
  • Kaktüs meyvesi

 

 

 

 

KATO GATZEA-KALA NERA-VOLOS

İlk ana hedefimiz olan Atina’ya doğru ilerlerken Volos yakınlarında bir mola verdik. Kaldığımız kamping Kato Gatzea ve Kala Nera köylerinin arasında konumlanmış, önünü Pagasetik körfezine, arkasını Pelion dağlarına dayamış zeytin ağaçları ile dolu doğal bir yer. Yolumuzun üzerinde bulunan Dimini önemli bir arkeolojik alan, neolitik döneme ait çok sayıda buluntu var. Benim dikkatimi çeken şey tarihe çok sahip çıkıyor olmaları. Pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış güzel ülkemi düşününce elimizdekilerin kıymetini pek bilemiyoruz diye hayıflanıyorum. Bir diğer hayıflandığım şey ise zeytin ağacına verilen kıymet, şimdiye kadar gezdiğimiz pek çok yer uçsuz bucaksız zeytinliklerle dolu, yakın zamanda zeytinlikler ile ilgili meclisimize sunulan tasarıyı hatırlayınca içime ince bir hüzün çöküyor. Neyse enseyi karartmayalım. Kaldığımız yere 2 saat mesafede yer alan Meteora bölgesi ise dağlardaki kayalıklara kurulan manastırları ile ünlü bir yer, gitme fırsatımız olmadı ama internetten baktığımız fotoğrafları gerçekten büyüleyici. (Meteora fotoğrafları internetten alıntıdır!!!

Kaldığımız kamping oldukça organize bir yer, bir kampingte olması gereken her şey var, ortak kullanım alanları oldukça temiz. WC, duş ve diğer ortak kullanım alanlarının olduğu ana adada sürekli bir temizlik görevlisi var. Mutfakta içilebilir su veren inox arıtma cihazı var, üstelik suyu soğuk veriyor. Mini marketi temel ihtiyaçlara cevap veriyor, restoranının menüsü yeterli. Avrupa’nın birçok yerinden gelenler var, gözümüze en çok Alman, Fransız ve İtalyan plakaları takılıyor ve genel tercih motokaravandan yana. Buradaki insanların çoğu kamp bilincine sahip, öğlen siesta zamanı ve akşam 23.00 ten sonra kamp çok sakin oluyor.

Akşam yemeğinde paella ve kırmızı şarap var:)

Denizi güzel, kumluk ve çok çabuk derinleşmiyor. Ancak sakinlik istiyorsanız sahilde bu çok mümkün değil, çok çocuk var. Kampingin bir diğer ucundaki kayalık plaj sakinlik arayanlar için daha ideal.

Sakinlik arayanlar, merdivenlerle inilen bu kayalık plajı tercih edebilir.

Sabah erken saatte kampingten köye doğru yaptığım yürüyüşte denizin o en tatlı, en yumuşak zamanına genellikle yaşlı insanların kıymet verdiğini gözlemliyorum. Kalabalık uykudayken, çoluk-çocuk sesi yokken bu güzelliğin keyfini çıkarıyorlar. Bir de kapısının önünü süpüren teyzelerin üşenmeden evlerinin önündeki yolu, sağı-solu süpürmeleri dikkatimi çekiyor, ne güzel şey, her yer tertemiz.    

Yolda beni bir sürpriz bekliyor, karavan meraklıları Hymer’in efsane Eriba Touring modelini bilirler, bu karavan 1958’ten beri üretilen zamansız bir karavan. Yol üstünde bu karavanın çok eski bir modelini görüyorum. Üstelik karavanı çeken minik araçta deniz motoru, rüzgar sörfü gibi pek çok aparat da var, tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle misali minnacık alana bir sürü şey sığdırmış, keyif ehli olmak böyle bir şey olsa gerek.

İnsanlar tatlı uykularından uyanırlarken ben köydeki yürüyüşümü sonlandırıyorum. Bugün bizde Zodyak botumuzla balık tutma planı yaptık. Öğleden sonra botla açılıyoruz, biraz yüzme molası, biraz gezinti derken akşam balık tutma zamanı geliyor. Hayaller çipura-karagöz, gerçekler istavrit:)) Benim oltama irice istavritler takılıyor, Serhat’a gelen yok, havanın kararmasıyla kıyıya yanaşalım derken oltalarımız karışıyor ve balık maceramız sona eriyor.

Ertesi sabah Atina yakınlarında konaklayacağımız Nea Makri’ye doğru yola çıkıyoruz, niyetimiz yolumuzun üzerinde olan Volos’a uğrayıp burayı gezdikten sonra yola devam etmek ama çekme karavanla birlikte yaklaşık 10m uzunluğa sahip aracımızı park edecek yer bulamadığımızdan rehberlerin tabiriyle panoramik şehir turunun ardından yolumuza devam ediyoruz. Arabaya yaptığımız bu turda gördüğümüz kadarıyla burası hareketli bir liman kenti, yakın adalara giden arabalı feribotlar ve büyük yük gemileri göze çarpıyor. Bunun dışında yapılaşma düzenli, şehir hareketli. Bir daha yolumuz düşerse detaylı gezmek umuduyla Volos’a veda vakti.  Sırada ilk ana hedefimiz olan Atina var….