BRINDISI-LECCE-OTRANTO-GALLIPOLİ

Şaşkın bir vaziyette hiçbir kontrol noktasından geçmeden İtalya topraklarına girdikten sonra ilk işimiz bir GSM operatörü dükkanına gidip yeni bir hat almak oldu. Yurtdışında ‘Prepaid SIM card’ diye içinde sadece internet ya da hem internet hem konuşma olanağının olduğu faturasız hatlar satıyorlar, gezerken-yol bulurken en çok ihtiyaç duyulan şey internet olduğu için biz 1 ay süre geçerli olan 20GB internet paketini aldık, tanıtımlarda bunun 9Euro olduğunu söylüyorlar ancak kart aktivasyonu ile birlikte bu karta 25Euro ödedik. Kartı aldığımız satıcı 2 saat içinde kartın spontan aktive olacağını söyledi ama olmadı o yüzden söyledikleri saat geçtikten sonra kartınız aktive olmadıysa GSM operatörünün herhangi bir şubesine gidip kartınızı aktive etmek için yardım istemenizde fayda var.

Brindisi İtalya’nın güneyinde, tam da topukta  Puglia (Pulia okunuyor) bölgesinde bulunuyor, burası geneli ovalarla kaplı ve başlıca geçim kaynağı tarım olan bir bölge. Bu bölgenin şarapları çok ünlü ve tattığımız kadarıyla bu ünü sonuna kadar hak ediyor.

Buraya kadar gelmişken Brindisi’yi gezelim dedik. Karavanımızı şehir merkezine çok ta uzak olmayan bir karavan parkına bıraktık, burada elektrik ve kirli su/WC boşaltma olanakları da var ama herhangi bir görevli yok ve herhangi bir ödeme noktası da göremedik.  Acaba bu imkanlar Brindisi belediyesinin karavancılara armağanı mı anlayamadık.

Brindisi’de eski şehir gerçekten eski, binaların çoğu bakımsız, sokaklar pis ve kaldırımlar köpek kakası dolu. Siesta saati olmamasına rağmen şehir sakin, ortalıkta pek insan yoktu.

Görülmesi gereken yaklaşık 10 nokta var ve bunları yürüyerek gezmeniz yaklaşık 1 saatte mümkün, bir de kahve molası verirseniz Brindisi şehrine 2 saat ayırmanız yeterli, eğer Puglia bölgesi gezisi planladıysanız sakın konaklamanızı burada yapmayın çünkü birazdan anlatacağım çok güzel yerler var.

Şehrin yeni tarafında güzel geniş bir cadde Corso Umberto I, sağlı sollu dükkanlar var, bu caddede bir kahve molası verilebilir.

Turistik noktaları haritada yuvarlak bir hat şeklinde planlarsanız 1 saate yakın sürede tüm bu yerleri görebilirsiniz.

           

Doğrusu Brindisi bize pek cazip gelmedi, hedefte bugünkü gezi planının 2. durağı olan Lecce var.

LECCE

Lecce’ye daha girmeden şehir Brindisi’den çok farklı olduğunu adeta bağırarak size söylüyor

Yaklaşık 10m uzunlukta bir araçla seyahat ettiğimizden bizim için bir şehre girince en önemli konu park meselesi, Lecce’yi araba+karavanla mecburen bir süre dolaştıktan sonra park edip eski şehre şaşalı bir kapıdan dalıyoruz.

Eski şehir gerçekten büyüleyici, sanat her yerde, binalar muhteşem, insan neye bakacağını şaşırıyor, buraya güneyin Floransa’sı yakıştırması yapılıyormuş ve şehir barok mimarinin örneklerini görebileceğiniz şaşalı yapılarla dolu. Barok mimari, 16-18. yüzyıllarda İtalyan kiliselerinde gücünü tanrı ve mitoloji taslaklarından alan ve işlemeli duvarlar, görkemli bahçelerle donatılmış mimari yapılarmış, bu dönemde sanat doğayı taklit etme değil, aksine onu biçimlendirme olarak anlaşılırmış.  Anladığım kadarıyla biraz da gösteriş ve güç gösterme dönemiymiş. Bu şehrin yönetmen Ferzan Özpetek’le de yakın ilişkisi var, onun filmlerini sevenler Lecce’den bambaşka bir tat alacaklardır eminim. Eğer bu şehri yürüyerek hakkını vererek gezmek istiyorsanız en az 3 saat ayırmanız gerekir ama daha detaylı gezmek isterseniz buraya konaklamalı 1 gün ayırabilirsiniz. Gezerken yapılardaki detaylara takılıp kalırsanız 1 gün bile yetmeyebilir, detaylar, detaylar……

Sokaklarda pek çok satıcı var ve çok güzel şeyler satıyorlar.

Biz Ağustos ayında gittiğimiz için oldukça kalabalık ve hareketliydi.

 

Şehri çeviren surlarıyla, sanat dolu tarihi eserleriyle, kalabalık dar sokaklarıyla Lecce’yi çok beğendik.

OTRANTO

Bu kadar sıcak havada, üstelik kötü bir gemi yolculuğu ile Yunanistan’dan gelip iki şehir gezince Otranto bize ilaç gibi geldi. Yüksek sezon olması nedeniyle çok kalabalık, hareketli ve neşeliydi. Plajları eski şehir kadar davetkardı ama bugünkü planımızda gezilecek 1 nokta daha olduğundan plaja sadece bakıp eski şehri gezmeye başladık.

Burası Brindisi ve Lecce’den bambaşka, neşeli, küçük bir sahil kasabası, görkemli bir kalesi ve eski şehrin içinde yine sanat dolu tarihi yapıları var. Çarşısı çok kalabalık ve herkes tatilde olduğundan mutlu, güzel kokulu, hoş bir hareketlilik var. Burada konaklamak çok iyi bir fikir, üstelik denize girme zamanıysa gündüz şahane denizde, akşam eski şehirde çok hoş vakit geçirilebilir.

Kale etrafında çok sayıda yeme-içme mekanı ve neşeli İtalyan’ların kahkahalar eşliğinde gezdiği triportörler var, kalenin duvarına oturup gelen geçeni izlemek bile insana çok keyif veriyor…

Otranto, İyon ve Adriyatik denizlerinin buluştu stratejik konumuyla tarih boyunca önemli bir liman şehri olmuş, 1480 yılında fatih Sultan Mehmet döneminde 13 aylığına Osmanlı’nın elinde kalmış, Hristiyan kaynaklara göre fetih sonrası Gedik Ahmet Paşa’nın şehirde ölçüsüz şiddet uyguladığı ve Müslüman olmayı kabul etmeyen 800 kişiyi kılıçtan geçirdiği söyleniyor. Ve bugün bu 800 kişinin kemikleri katedralde sergileniyor. Yine aklımda aynı soru, kim bu toprakların ilk sahibi? Sınırlar olmasaydı, sinirler olmaz mıydı? Bu hikaye çok çarpıcı ve üzücü ve ben katedrale girip kemikleri görmeden çıktım, gerçekten görmedim, gözüme çarpmadı, iyi ki de öyle oldu:((

Ağustos ayında şehir çok kalabalık, özellikle İtalyan’ların tatil için tercih ettiği bir bölge, dolayısıyla şehir içinde ciddi bir trafik ve otopark sorunu var. Şehre girmeden göreceğiniz tabela park etmek için uygun, üstelik karavanla konaklama imkanı da var, elektrik, su, kimyasal wc boşaltma yeri var, otopark ücreti 5 Euro, konaklamak isterseniz geceliği 10 Euro.

Otranto, Puglia bölgesinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri…

GALLIPOLI

Yunanistan’dan İtalya’nın Brindisi şehrine geçtikten itibaren Gallipoli 4. durağımız oldu, az zamana büyük işler sığdırdık ama pilimizde neredeyse bitti. Gallipoli şehri de yine bir sahil kasabası, deniz tatili için seçilebilecek, İtalyan’lar için turistik bir bölge. Şehrin girişinde çok sayıda karavanın park ettiği bir otopark görünce çok sevindik ve karavanımızı park edip 4 Euro’ya bir gün geçerli otopark bileti aldık, bu kadar yorgunluğa rağmen şehrin gecesini görmek üzere yola koyulduk ve niyetimiz dönüşte karavana girip hemen uyumak oldu.

Şehrin girişi yani yeni şehir gördüğümüz diğer yerlerden mimari olarak çok farklı değildi, çok kalabalıktı ve şehir merkezine doğru trafik durma noktasına gelmişti. Bu yüzden aracınızı bir süre yürümeyi göze alıp, merkeze uzak bir yere park etmek daha mantıklı. Bir süre yürüdükten sonra bizi güzeller güzeli Gallipoli kalesi karşıladı, denizdeki deniz kestanesi heykeli buranın balıkçılıkla uğraşan bir yer olduğunun sinyalini veriyordu.

Eski şehre girer-girmez dikkati çeken en önemli noktalardan biri balık pazarı, burada tezgahta beğendiğinizi, istediğiniz miktarda seçiyorsunuz ve sizin için pişiriyorlar, akşam saati o kadar kalabalıktı ki boş masa bekleyen çok sayıda insan vardı, bizde yemeğimizi burada yemeyi çok istedik ama keyifle yemeğini yiyen insanlardan bize sıra gelmeyeceğini düşünüp üzülerek vazgeçtik.

Hava kararınca eski şehir çok hareketli oluyor, daracık ara sokaklar tatil yapan neşeli insanlarla dolu, restoranlar dolu ama siz siz olun ‘menü turistico’ yazan yerlerde yemeyin, biz yedik, pişman olduk. Niyetimiz her şeyden azar azar tatmaktı ama porsiyonlar o kadar azdı ki masadaki güzel şarap olmasa moralimiz epey bozulabilirdi. Buraya geldiyseniz Puglia bölgesine özel orecchiette  (orekiette diye okunuyor) makarnasından tatmanız güzel olur, bu makarnayı çeşitli soslarla yiyebilirsiniz.

Gündüz sakin olan her yer gece epeyce hareketleniyor, mevsiminde geldiyseniz şehrin içinde olmasına rağmen tertemiz olan sahilde deniz keyfi yapabilirsiniz.

Diğer yerlerde olduğu gibi burada da sanat eseri niteliğinde pek çok kilise ve tarihi yapı var.

Bu şehrin gecesi daha da güzel, hele yaz mevsiminde geldiyseniz gündüz denizden de faydalanacağınızı düşünerek, bu şehirde hem geceyi hem gündüzü yaşamak için konaklamalı 1 gün ayırmanızı tavsiye ederim.

Yazının başında şehrin girişinde pek çok karavanın park ettiği bir otoparktan ve sevincimizden bahsetmiştim. Gece yemek yiyip, şarap içip yorgun bir şekilde karavanımızın yanına döndüğümüzde polis yanımıza gelip burada kalamayacağımızı ve gitmemiz gerektiğini söyledi, nereye gidelim deyince de bize bir adres verdi. Gecenin kör vakti polisin verdiği adreste kimse yoktu ve gözümüzden uyku akıyordu, karavanı oraya park edip uykuya daldık. Sabah erken saatte hiç de hoş olmayan bir şekilde otopark görevlisi tarafından uyandırıldık ve adeta kovulduk, İngilizce bilmediği için buraya keyfimizden gelmediğimizi, polisin bizi bu park alanına yönlendirdiğini de anlatamadık. Eğer Gallipoli’ye yolunuz karavanla düşecekse konaklayacağınız yeri önceden ayarlamanızda fayda var:))

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

IGOUMENITSA-BRINDISI GEMİ YOLCULUĞU

İtalya’ya gemi ile geçmek hem zaman hem maddi açıdan daha uygun diye düşündük. Zaten geçen sene Balkan turu yaptığımız için karayolu ile gitmemiz durumunda göreceğimiz coğrafyayı gezmiştik. Parga’ya yakın olan İgoumenitsa limanından İtalya’nın Bari ya da Brindisi limanına geçme kararı aldık. Biz yaptık siz yapmayın, sakın bilet alma işini son güne bırakmayın. Planımız gemide ‘Camping on board’ olarak seyahat etmekti, bu imkan tescilli karavanlar için geçerli, karavanın içinde mutfak, yatma alanı ve wc olması gerekiyor. Bu şekilde seyahat ettiğinizde gemide elektrik alabiliyor, kendi karavanınızda uyuyabiliyor ve geminin her yerine girip-çıkabiliyorsunuz tabi biletinizi vakitlice alırsanız. Görüştüğümüz tüm acentalar bu şekilde seyahat için yerlerinin olmadığını, en erken 1 hafta sonraya yer bulabileceklerini söylediler, hatta araba+karavan için bile 2 gün sonraya yer var dediler. Cesaretimizi toplayıp biletimizi internetten aldık. İnternetten bilet alırken pek çok parametre soruyorlar, arabanızın boyu, yüksekliği, üzerinde başka bir aparat olup-olmadığı(port bagaj, bisiklet taşıyıcı vs.), modeli-yılı, karavanınızın uzunluğu, yüksekliği, modeli-yılı, yaşınız gibi. Tüm bu soruları cevaplayıp bilet alma aşamasına geldik. Bu noktada nasıl seyahat edeceğiniz soruluyor, en ucuz seçenek deck dedikleri, numarası olmayan koltuklar. Diğer seçenek uçak tipi koltuk dedikleri numarası olan koltuklar, ya da kabin kiralayıp, yatarak gidebilirsiniz, kabinle ilgili seçenekler bütçenize göre değişebilir, jakuzisi olan kabin bile var. Ancak yine geç bilet almamızdan dolayı bizim için iki seçenek kalmıştı, ya deck ya da uçak tipi koltuk. Yerimiz belli olsun diye uçak tipi koltuk aldık. Bu yolculuk için toplam 354 Euro ödedik. Bu noktada bir güncelleme yapmakta fayda var, biz bileti en yüksek sezonda, tüm gurbetçilerin dönme zamanı ve son gün aldık, o tarihte Bari’ye en ucuz bilet 455Euro idi. Ancak bizim seyahatimizden 2 hafta sonra bilet sitelerini tekrar incelediğimde 120-180 Euro aralığında Bari’ye bilet bulmanın mümkün olduğunu gördüm. Bilet fiyatlarını belirleyen en önemli şey anladığım kadarıyla seyahat için seçtiğiniz tarih. Bununla birlikte araba+karavan toplam uzunluğu, 65 yaş üstü yolcu olup olmadığı zira 65 yaş üstüne indirim var ve bileti ne kadar önceden aldığınız da bilet fiyatını etkiliyor. Her koşulda bu işi sona bırakmamak iyi olur.

Gelelim bizim yolculuğun devamına; Yolculuktan en az iki saat önce ki biz 4 saat önce gittik, terminale gidip ilgili gemi firmasının ofisinden check-in işleminizi yaptırmanız lazım. Biz pasaportlarımızla birlikte, aracın ve karavanın ruhsatını hatta sigortalarını da yanımızda götürdük ama pasaporttan başka bir şey sormadılar. Check-in işleminden sonra görevli bize biletlerimizle beraber (yolcular, araba ve karavan için toplam 4 bilet) aracımızın önüne koymanız için nereye gideceğimizi gösteren bir sticker verdi ve saat kaçtan itibaren rıhtıma geçiş yapabileceğimizi söyledi. Terminaldeki ekranda gemilerin kalkış saatleri ve rıhtım numaraları yazıyor. Bu yazan numara rıhtımdaki numara yani sizin geminizin 4 numaralı dock’a yanaşacağı yazıyorsa limana girmek için 4 numaralı kapının açılmasını beklemeyin, hangi kapı açıksa o kapıdan limana girin ve rıhtımda 4 numaralı yere yanaşın. Gemiyi beklemek için yanaşırken görevliler nereye park etmeniz gerektiği ile ilgili yönlendiriyorlar. Limana giriş yaparken biletleri ve pasaportu sordular, araba ve karavan ruhsatı ile ilgilenmediler, sadece karavanın içini çok detaylı olmadan aradılar. Normalde limanın kapısından araç içinde sadece sürücü geçebiliyor, yolcular terminal dahilindeki pasaport kontrolünden geçiyor. Ama bazı arabalarda yolcuların geçişine ses çıkarmadılar, bu ayrımı nasıl yaptıklarına aklımız ermedi.

Limanda gemiyi beklemeye başladık, gemi kalkış saatine az bir zaman kala limana yanaştı, önce içindeki araçları boşalttı, sonra büyük bir insan kalabalığı birbirini ite-kaka yolcu alınan noktaya üşüştü, insanları almaya başladıktan sonra da bizim sefer için bekleyen araçları almaya başladılar. Gemiye geçerken sadece bilet sordular ve böylece devasa gemiye bindik. Bu insanların neden izdiham yaratarak gemiye binmeye çalıştığını aracımızı park edip oturacağımız koltuğu ararken anladık.

Yazının başında bahsettiğim deck tipi koltuklar kim kaparsa onun elinde kalıyor. Bu bir gece yolculuğu ve insanlar uyuyarak gitmek için 3-4 kişinin oturabileceği yere yatıp yer kapıyorlar. Yatacak kadar büyük alan kapmayı beceremeyenler battaniye, uyku tulumu, mat, şişme deniz yatağı, ne buldularsa yerlere serilip yatarak yolculuk yapıyorlar. Biz uçak tipi koltuk aldığımız için numaralı koltuklarımıza geçtik, görevli biletlerimizi yalandan kontrol etti. Gemi hareket ettikten sonra bizim bölümde bir hareketlilik başladı, numaralı koltuğu olmayan kişiler gelip boş koltuklara yayıldılar hatta direk yere yatanlar oldu. Bu gemide eğer kabin bulamayıp bizim gibi seyahat edecekseniz çok konforlu olduğunu söyleyemeyeceğim. Sürekli bir gürültü, horlayanlar, bebek ağlamaları, huzursuzluk veren garip insanlar vs. Üstelik tuvaletler çok pis. Biz yaptık siz yapmayın, biletinizi önceden alıp camping on board seyahat edin ya da kabin kiralayın.

Yolculuk esnasında klimalar çalıştığı için ortam biraz serin oluyor, üstünüze bir şeyler almakta fayda var. Ayrıca çantanıza su, atıştırmalık, uyku bandı koymayı unutmayın.

Gemide bir restoran var ve kahvaltı zamanı duyuru yapıyorlar, bir ücret karşılığında kahvaltınızı gemide yapabilirsiniz.

Gemimiz olması gereken saatten geç kalktı ve planlanan saatten 2 saat daha geç Brindisi’ye ulaştı. Gemiden inerken geri-geri manevra yapıp iniyorsunuz, römorkla biraz zor oluyor ama görevli elinden geldiği kadar yardımcı oluyor. Her neyse sonunda İtalya’ya geldik. Şimdi gemiden inip gümrük işlemlerini yaptırma zamanı derken gemiden indik ve kendimizi Brindisi de bulduk, herhangi bir kontrolden geçmeden artık İtalya topraklarındaydık:)

 

 

 

 

 

MESSALONGHI-PREVEZE-PARGA

Messalonghi’ye vardığımızda saat gece yarısına yaklaşmıştı, hala hareketli olan liman bölgesinde yol üstünde çok sayıda park etmiş araç vardı, bizde karavanımızı uygun bir yere park edip yürüyüşe çıktık. Marinada kısa bir yürüyüşün ardından uykunun davetini kabul edip karavanımıza döndük ve Yunanistan’da ilk defa kamping dışında bir yerde konakladık. Rahatsız eden olmadı ama sanırım yine de tedirgin uyuduk. Messalonghi bölgesi çok sayıda lagünü ile kuşlar için adeta bir cennet.

Buraya veda edip Preveze’ye doğru yol alıyoruz. Preveze denince çoğumuzun aklına Preveze deniz zaferi gelir. Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ile Andrea Dori komutasındaki Haçlı ordusunun arasında geçen savaş Osmanlı ordusunun zaferi ile sonuçlanır. Ama aklımda hep aynı soru, kim bu toprakların ilk sahibi? Bu topraklardan kimler gelmiş, kimler geçmiş? Sınırlar olmasaydı sinirler olmaz mıydı? Neyse bu sorunun cevabını bulmak zor sanırım:( Preveze bir liman kenti, yürüyerek 1 saatte dolaşabileceğiniz bir merkezi var, yol boyunca Nicopolis antik kentinin yıkık duvarları göze çarpıyor, Yunanistan’ın neredeyse her yeri arkeolojik alan:) Şehir merkezinde dolanırken balık kokuları bizi ara sokakta bir tavernaya götürüyor. Burada bir yemek molasının ardından karnımız güzelce doyduğu için Preveze’den kendi adımıza zaferle ayrılıyoruz:)

Sırada Parga var, Preveze’den yaklaşık 40km sonra Parga’ya ulaşıyoruz. Doğrusu Mora’daki tatsız kamping alanlarından sonra yine internetten görüp beğendiğimiz bu yer nasıl çıkacak diye epey endişelendik. Yoldan ayrılıp sahile doğru kıvrıla kıvrıla aşağı indiğimizde gördüğümüz manzara bizi büyüledi. Parga’da seçtiğimiz kamping Lichnos koyunda, sırtını bir tepeye, önünü denize vermiş çok güzel bir yer. Şansımıza karavanımıza denize en yakın bölgede yer buluyoruz. Yunanistan’da yaklaşık 2 haftadır biriken çamaşırlarımızı burada yıkayıp, İtalya için hazırlık yapalım diyoruz. Deniz öyle güzel ki en az 3 gün burada kalıp Zodyak botu da şişirelim diyoruz.

balık video

Kampımız Parga’ya 2.5 km uzaklıkta, Parga şehir merkezine giderken yaklaşık merkeze 1 km kala yol üstünde park etmiş arabalar dikkatimizi çekti, bizde arabamızı buraya park edip yolun kalanını yürüdük. İyi ki böyle yaptık zira yol giderek daralıyor, trafik tıkanıyor ve yakınlarda boş park yeri bulmak zor. Parga merkez küçük bir yer, küçük bir koy, irili ufaklı adacıklar ve tepeye sıralanmış, az katlı rengarenk evleriyle büyüleyici. Sahil boyunca pek çok taverna var ve neredeyse hepsi dolu, hele saat 21.00 den sonra boş masa bulmak çok zor. Tüm mekanların menüsü ve fiyatları girişlerinde duruyor ve siz menüyü incelerken kimse rahatsız etmiyor. Bizde Souluri tavernayı seçtik ve seçimlerimizden gayet memnun kalarak mekandan ayrıldık.

Yürürken mısırcılar, çeşitli oyuncaklar satan satıcılar, müzik ya da dans performansı sergileyenler gibi bizim tatil yörelerimizde de alışageldiğimiz görüntüler var. Ancak burada mekanlardan çıkıp rahatsızlık veren, mutlaka bizi seçmelisiniz diye adeta yapışan çalışanlar yok. Sahilin sonuna doğru yürüdüğümüzde güzelce ışıklandırılmış kale bizi karşılıyor, burası kordonun sonu. Geri dönerken sola ara sokaklara girerseniz çeşitli dükkanların olduğu, kalabalık, hareketli bir çarşı ile karşılaşıyorsunuz. Aslında burası sezonda Bodrum çarşısında dolaşmaktan daha farklı değil.

Parga’da kaldığımız Enjoy Lichnos kampingi çok beğendik, temizlik şahane olmasa da konumu büyüleyiciydi. Eğer sizde İtalya’ya geçmeden önce son hazırlıkları yapalım diyorsanız burası Igoumenitsa’ya yakın konumu ile de avantajlı, çamaşır yıkamak isterseniz 7Euro karşılığında çamaşır makinasını kullanabilirsiniz.

Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel Parga’yı çok beğendik…

MORA YARIMADASI

Atina’dan sonraki durağımız Mora Yarımadası. Doğrusu bu turu planlamadan önce Mora Yarımadası nerde diye sorsalardı haritada yerini gösteremezdim herhalde, artık biliyorum:) Bir süredir navigasyondan ücretli yolları çıkardık, bazen bizi saçma sapan yerlere soksa da genelde rotamız üzerinde güzel yerler oluyor. Nea Makri’den ayrıldıktan biraz sonra Maraton gölünden geçiyoruz. Yapısı itibariyle bir baraj gölünü andıran bu gölden geçmek için sadece tek aracın sığabildiği bir köprüden geçmek gerekiyor, neyse ki köprünün her iki ucuna trafik lambası koymuşlar. Işığın bizim için yeşile dönmesini beklerken gölün huzurlu manzarasını seyretme fırsatımız oluyor.

Yolumuzun üstünde beni çok şaşırtan bir başka köprü ise Yunan anakarası ile Mora Yarımadasını birleştiren Isthmus köprüsü. Bu köprü Corinth körfezi ile Saronic körfezini birleştiren Corinth kanalının üstünde yer alıyor, öyle yüksek ki bakarken insanın yüreği hopluyor. Bu kanal normalde ada olan Mora’yı 1893 senesinde teknik olarak yarımada yapmış. Gerçekten büyüleyici ve bir o kadar yarayışlı bir kanal olmuş, bu kanal olmasaydı denizden epey bir mesafe yol almak gerekecekti. Kanalın yapımı ile ilgili enteresan hikayeler var, merak edenler bulup okusunlar:)

Köprünün üstü bu eşsiz manzaranın fotoğrafını çekenlerle dolu, cesaretiniz varsa bungee jumping yapma fırsatı da var:))

Bu köprüden geçtikten sonra artık Mora Yarımadası’ndayız. Burada Yunanistan’ın genelinde çokça gördüğümüz zeytin ağaçlarını daha da çok görmeye başlıyoruz. Yollar geniş ve düzgün, hızlı sezon olmasına rağmen trafik rahat. Ara ara balık çiftlikleri gözümüze çarpıyor. Bu adada ilk durağımız Epidavros bölgesi. Bu bölge arkeolojik alanların çokça olduğu bir bölge, sıcak havaya rağmen bir kısmını gezmeyi başardık. Bu bölgede yer alan Epidavros tiyatrosu önemli, günümüzde de büyük bir tiyatro festivaline ev sahipliği yapıyor. Küçük bir limanı ve sakin tavernaları var. Adadaki zeytin ağacı bolluğuna burada birde portakal ağaçları ekleniyor. Yeşille mavinin dans etmesi diye buna diyor olmalılar. Küçük Epidavros tiyatrosunu ararken kaybolup, dağ başında minik bir kilise görüyoruz. Annelerimizin çeyimize koyduğu ama burun kıvırdığımız danteller nasıl da özenle süslüyor her yeri. Epidavros bölgesi genel olarak sakin bir bölge, çok sayıda arkeolojik alan var ama adanın daha güzel yerlerini görünce keşke burada konaklamasaydık diye iç geçirdik. Üstelik internet sitesinden görüp beğendiğimiz kamping ne yazık ki bizi hayal kırıklığına uğrattı.

Epidavros’a oldukça yakın mesafede yer alan Nafplion çok daha güzel bir yer, zaten burayı görünce niye burada kalmadık diye pişman olduk. Güzel ve hareketli bir merkezi, renkli-küçük bir çarşısı olan bir liman kenti. Tepesindeki Palamidi kalesi ve limanın karşısındaki Bourtzi kalesi oldukça güzel.

Adadaki bir sonraki konaklama durağımız Githio bölgesi, buraya giderken yollar epey virajlı. Burası da bir liman kenti, deniz kenarında pek çok tavernası var. Biz şehir merkezine oldukça yakın olan bir kampinge kaldık ancak burası da bizi hayal kırıklığına uğrattı.

Buraya yaklaşık 70 km mesafedeki Monemvasias merak ettiğimiz noktalardan biri. Bu güzel yere ulaşmak için bir süre virajlı, dar dağ yollarından gitmeyi göze almanız gerekiyor ama gerçekten merakımızı ve çabamızı hak edecek kadar güzel ve etkileyici. Burası eski çağlarda düşman saldırılarından korunmak için tasarlanmış bir kale şehir. Manası tek girişli demekmiş. Gerçekten şehrin küçük bir girişi var, buraya araç girişi yasak zaten girince anlayacaksınız ki araç geçecek bir yol yok, daracık, inişli-çıkışlı yollar adeta labirent gibi. Dolayısıyla aracınızı yer bulursanız yola, bulamazsanız köprüden önce bir yere park etmeniz gerekecek. Biz arabamızı köprüden önce deniz kenarına park edip, köprüden yürüyerek geçtik.

Buraya giriş ücretsiz, kesinlikle görülmesini tavsiye edeceğim bir yer, pek çok yeme-içme mekanı, hediyelik eşya dükkanı ve tarihi dokusu bozulmamış butik otelleri var.

Üstelik bu harika şehri dolaşıp yorulduktan sonra geri dönüş yolunda kayalıklarda suya girip serinleyebilirsiniz, burada ücretsiz kullanabileceğiniz duş da var.

Monemvasias’ı bayılarak gezdikten sonra rotamız Elafonisos adası. Bu adaya geçmek için Punta Limanından feribota binmeniz gerekiyor. Biz yüksek sezonda olduğumuz için çok ciddi bir kuyruk vardı, nasıl olsa adada toplu taşıma vardır diyerek aracımızı bırakıp yaya olarak geçtik. Feribota araç alımı geri geri yapılıyor çünkü tek kapısı var, çıkarma gemisi gibi bir şey, mesafe çok kısa, yolculuk kısa sürüyor. Biz kişi başı 1 Euroya yolculuk ettik, aracınızla geçmek isterseniz araç bileti 12 Euro. Adaya ayak bastıktan sonra kısa bir tur yapıyoruz, burası gerçek bir Yunan kıyı köyü havasında.

Adada toplu ulaşım yok, zaten adanın toplam yüzölçümü 19 kilometrekare, gitmek istediğiniz yere ya taksiyle ya da limandaki küçük kilisenin önünden kalkan botlarla gidebilirsiniz. Meşhur Simos plajına gitmek için biz taksi kullandık, 7 Euroya anlaştık ve dönüş için sözleştik, bizi anlaştığımız saatte aynı ücrete limana geri getirdi. Simos plajı gerçekten çok güzel, plajda şezlong ve şemsiye kiralıyorlar, aynı zamanda içecek ve minik atıştırmalık veren büfe var ama elbette kendi şezlongunuzu da götürebilirsiniz. Deniz gerçekten çok güzel, su cam gibi. Plaja ulaşmak için yürüdüğünüz yol mis gibi kekik kokuyor. Keşke burada kalsaydık diye bir kez daha iç geçiriyoruz:( Bizim bu ada için ayırdığımız süre kısıtlıydı, bu yüzden diğer güzel koylarını görme, kıyıdaki güzel tavernalarda oturup keyif yapma fırsatımız olmadı, eğer buraya gitmeyi düşünürseniz 1 tam günü buraya ayırmanızı tavsiye ederim.

Mora Yarımadası’nda kaldığımız her iki kampingten de memnun kalmadık. Bundan sonraki durağımız ismine bulmacalardaki iri sofralık zeytin sorusundan aşina olduğumuz Kalamata. Kalamata’ya doğru yol alırken uğradığımız noktalardan biri Areopoli. Burası bir köy, yarım saatte gezilecek kadar küçük, biraz yürüyüş yaptıktan sonra Limeni’ye gidiyoruz.

Areopoli
Areopoli

Limeni çok güzel ve bir o kadar minik bir köy, denizi güzel, evleri güzel, adeta kartpostal gibi. Bu minicik yerde o kadar çok insan var ki, kendinize 1 havluluk yer bulursanız şanslısınız:)

Limeni

Burada manzaranın seyrine doyup, harika denizinde serinledikten sonra Kalamata’ya doğru devam ediyoruz. Doğrusu niyetimizde Kalamata’da konaklamak vardı ancak arabayla yaptığımız turda bize pek cazip gelmedi, Kalamata büyük bir liman kenti, yapılaşma diğer yerlerde gördüğümüzden daha fazla, şimdiye kadar adada seçtiğimiz kamp alanları ile ilgili hayal kırıklığımızı da göz önüne alınca gidebildiğimiz yere kadar gitme kararı alıyoruz.

Mora Yarımadası ile ilgili ufak notlar:

  • Yolların çoğu geniş ama bazı yerlere giderken bir tarafı uçurum, virajlı ve dar yollardan geçmek gerekiyor, yola çıkmadan önce alternatif rotalara göz atmakta fayda var.
  • Adada zeytin, portakal ve çam ağaçları adeta dans ediyor, o kadar çoklar ki, müthiş.
  • Bir de dev kaktüsler var, bu kaktüslerin meyvesi yeniyor, elinize iğnelerini batırmadan dalından koparmayı ve soymayı başarırsanız, çekirdekli ama oldukça lezzetli bir tat sizi bekliyor.
  • Biz ülkemizde yollarda ne yazık ki araba çarpmış kedi yada köpek görürüz burada araba çarpmış çok sayıda tilki gördük ve çok şaşırdık.
  • Zeytin ağacının bu kadar bol olduğu bir ülkede hiç zeytin, zeytinyağı satan dükkan görmedik. Oysa bizim oralarda bir bölge zeytinle uğraşıyorsa 100 çeşit zeytin, zeytinyağı, zeytinden yapılan sabun, kolonya gibi şeyleri satan ve en hakiki-gerçek-öz ürünlerin kendilerinde olduğunu vaad eden sıra sıra dükkanlar olur, buna da şaşırdık.
  • Kampingler anakaradaki kadar iyi değil, iyi araştırıp seçim yapın.           Artık Mora Yarımadası’na veda vakti, Rio-Antirio köprüsünü kullanarak Yunan anakarasına geri dönüyoruz, köprü geçiş ücreti araç+karavan için 20 Euro. Bir sonraki yazıda uyandığımız yerde görüşürüz…
  • Kaktüs meyvesi