Sonunda gümrük işlemlerini tamamlayıp bizim bildiğimiz Dedeağaç’a onların demesiyle Alexandroupolis’e geçtik.
Bir sınırın bu kadar çok şeyi değiştirmesi inanılır gibi değil. Sınırın bir ucunda İpsala diğer ucunda Dedeağaç var ama arada 44km değil de dünyalar var sanki. Mimari, giyim-kuşam, günlük rutinler, insanlar arası ilişkiler vs. nasıl anlatsam çok fazla şey farklı hem de bu kadar benzerken. Oysa arada pek çoğumuzun her gün işe giderken gittiğinden daha az mesafe var. Sınırlar olmasaydı nasıl bir dünya olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.
Dedeağaç şehir merkezine girdiğinizde düzenli bir yapılaşma, fazla yüksek olmayan binalar, çok şık balkonlar ve sakinlik sizi karşılıyor. Şehrin kalbi limana paralel uzanan Demokrasi (Dimokritos) caddesi ve kordon arasında atıyor diyebiliriz. Demokrasi caddesi üzerinde çok sayıda kafe, bar ve ufak tefek dükkanlar var, bu cadde ile kordonu kesen sokaklarda da çok sayıda yeme-içme mekanı, hediyelik eşya dükkanlarını görebilirsiniz. Gündüz saatlerinde Demokrasi caddesindeki kafelerin daha canlı olduğunu, kordonun akşamüstü sonrası hareketlendiğini söyleyebiliriz. Sabahın erken saatlerinden itibaren Demokrasi caddesinde kafelerin neredeyse tamamının dolu olduğunu, pek çok kişinin ‘Frappe’ eşliğinde sohbet ettiğini, dükkanların açık ama boş olduğunu hele siesta zamanına denk geldiyseniz kimsenin müşteri kabul etmediğini hayretle gözlemleyebilirsiniz. Bu insanlar nasıl para kazanıyor? Para kazanmak için pek bir çaba göstermiyor gibi görünüyorken, nasıl pek çok kafe bu kadar dolu? Siesta zamanı müşteri gelse bile yarım saat sonra gelin diyecek kadar rahatlık nerden geliyor kavrayamadık. Ama bu sakinlik bize de iyi geldi.
Dedeağaçta nereleri görmek gerektiği ile ilgili bilgilere pek çok siteden ulaşmanız mümkün. Bu yüzden müzeleri, kiliseleri, Dedeağaç camisini, limandaki deniz fenerini anlatmayacağım. Yürüyerek pek çok yeri görmeniz mümkün. Eğer outdoor aktivitelere merakınız varsa deniz fenerini arkanıza aldığınızda sağınızda otel Erika yakınında yer alan dükkana uğramanızı mutlaka tavsiye ederim. Burada Türkiye’de arayıp ta bulamadığınız, bulup ta pahalı diye almadığınız pek çok ürüne uygun fiyatlarla rastlamanız mümkün. Üstelik sahibi iyi derecede Türkçe konuşuyor.
Peki, ne yemeliyiz? Gezi sitelerinde yemek yenilecek yerler ile ilgili de çok sayıda öneri var. Bana sorarsanız mekanların çoğunun menüsü birbirine benziyor, deniz ürünleri pek çok mekanda başarılı, fiyatları uygun, cacıki (tzatziki) masanın baş kahramanı, kabak kızartma ve feta peynirli yunan salatası efsane, ızgara sardalye mutlaka masada olmalı. Çok sayıda Türk turistin burayı ziyaret ediyor olmasından dolayı mekanların çoğunda Türkçe menü ve bazılarında Türkçe bilen garsonlara rastlamak mümkün. Eğer alkollü içeceklere karşı değilseniz çok çeşitli bira ve şarap seçeneğiniz var. Ancak onların pek çok tükettiği Reçina (Retsina ) dedikleri bir tür geleneksel şarabı biz bir türlü sevemedik.
Gelelim nerede kalmalıyız sorusuna. Malum biz karavanla seyahat ettiğimiz için konaklama mekanımız şehrin çok içinde, harika bir konumda yer alan, daha önce de çadırla konaklayıp çok memnun kaldığımız belediyenin işlettiği ‘Alexandroupolis Municipal Camping’.
Bu kamp şimdiye kadar kaldığım pek çok kampla karşılaştırınca daha iyisini görene kadar en organize ve düzenli bulduğum kamp. Sıhhi tesisleri (duş, wc, mutfak vs.) çok temiz, her zaman sıcak su imkanı var, marketi pek çok temel ihtiyaca cevap veriyor, markette bulamadıklarınızı da kamp dışında 5dk. yürüme mesafesinde olan marketten temin edebilirsiniz. Kamp alanları şahane doğal örtü ile birbirinden ayrılmış.
Sahili fena değil ama ben burada yüzmek istemem derseniz arabanızla 10dk uzaklıkta yer alan Makri, plajlarıyla en huysuzların bile ihtiyaçlarına cevap verecek güzellikte.
Yunanistan’da gerek çadır gerek karavan ile kamp oldukça yaygın, yollarda pek çok karavana rastlayabilirsiniz, kampinglerin çoğu dolu ve burayı tercih edenlerin çoğu sanılanın aksine yüksek gelir grubundan insanlar. Bir de kaldığı alana yıllık ücret verip karavanını yazlığa dönüştürenler oldukça fazla.
Özetle biz Dedeağaç’ı çok beğendik. Sırada Kavala’ya doğru yol alırken uğrayacağımız Gümülcine ve İskeçe var.